13 Mayıs 2011 Cuma

TÜRKİYE’DEN TÜRKİSTAN’A KITA ÇAPINDA CEPHELER -2-


18-01-2011

Yıllardan beri Afganistan-Avrupa arası yasadışı ticaretten ve bu ticaretin yapıldığı ticaret yolundan birçok çevre bahsetmekle beraber, nedense hiç kimse bu yasadışı ticaret yolunu kontrol eden ve bu ticareti gerçekleştiren organizasyondan ve onun hamisinden açıkca bahsetmez. Mesele o noktaya geldiğinde özellikle şekli demokrasi meczupları başta olmak üzere, nedense herkes üç maymunu oynar. Bahsettiğimiz bu yolda dünyanın en büyük uyuşturucu ticareti ve silah kaçakçılığı yapılırken konjonktüre göre “suçlular” farklılık arzedebilmekte. Meselâ Türkiye’de bundan üç beş yıl önce konjonktür gereği PKK suçlu ilan edilirken, aynı PKK bugün neredeyse sivil toplum örgütü muamelesine tabi tutulmakta. Yine geçmişte Talabani ve Barzani benzer yasadışı işlerden dolayı suçlanırken bugün Ankara’da kırmızı halılar üzerinde karşılanmaktalar.
Konjonktür ne olursa olsun ve kim suçlanırsa suçlansın değerlendirmeler hep zincirin halkalarını işaretlemekten ibaret kalmakta. Zinciri elinde tutanın adını ne hikmetse kimse ağzına almamakta.
Amerika’nın işgal ettiği topraklarda, işgaline yardımcı olanları adeta ödüllendirir bir şekilde bu suç yolunun kontrolünü kendilerine vermesi uluslararası kuruluşlar ve bölge devletleri tarafından bilindiği hâlde, bunu engellemek için hiç kimse, hiçbir kurum adım atamamakta veya atmak istememekte.
Amerika bölgeyi işgal ettikten sonra bu yasadışı suç örgütü eliyle işgal ettiği toprakları kendi yararına göre düzenleme ve plânlama gayreti, temelde hadisenin siyasi içerikli olduğunu gösterir. Bahsettiğimiz yasadışı çetenin üst düzey elemanlarının bir çoğunun Ankara’da kırmızı halılarla karşılanması tesadüfi değildir.
Söz konusu çetenin idaresinin Amerika tarafından Türkiye eliyle yapıldığını gösteren bu durum, ayrıca Türk hükümetinin Ortadoğu ve Orta Asya’daki pozisyonunu da netleştirmektedir. Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu AKP Hükümetinin 2010 yılına ait dış politika faaliyetlerini değerlendirirken, Kırgızistan’a verilen önem gözlerden kaçmadı. Ahmet Davutoğlu Kırgızistan’daki 7 Nisan’la başlayan sürecin neticesi olarak `parlamenter rejime` geçilmesini Türk hükümetinin dış politikadaki “başarısı” olarak kamuoyuna sundu. Evet, parlamenter rejime geçilmesini bir başarı kabul edersek bu başarının sahibi de AKP hükümeti. Bölgede ve Asya’nın en güçsüz ülkesi olan Kırgızistan’da parlamenter rejimin “sömürgeleşme” ve “Taylandlaşma” demek olduğunu herhâlde tahmin edebilirsiniz.
Türkiye ve Afganistan hattı üzerinde Amerika tarafından işgallerle oluşturulan bu cepheye karşı, “karşı cephe” kurma faaliyetleri de yok değil. Yeterli olduğunu söyleyemeyeceğimiz bu faaliyetlerin Orta Asya’daki sahiplerinden biri de İran.
İran’ın karşı Cephe oluşturmaya dair bazı girişimlerinin varlığından söz edilebilse de başarıya yakın olduğu pek söylenemez. Bölgenin çoğunluğunun Ehl-i Sünnet olması Şiî İran’ın etkinliğini engellerken, Irak işgalinde Amerika lehine aldığı tavır da hâlâ unutulmuş değil.
Şu hakikati de belirtmekte fayda var: Bölgenin dini, tarihî ve sosyolojik yapısına baktığımızda böyle bir “Karşı Cephe”nin ancak İslâm temelli, bağımsızlıkçı ve kurtuluşçu bir anlayışla kurulabileceği bir bedahet. Bu cepheyi, ancak İslâm temelli ve Ehl-i Sünnet itikadı çerçevesinde teşkil etmek mümkün olacaktır. Burada Ehl-i Sünnet’in merkezlerinden birinin de Semerkant ve Buhara’nın yer aldığı Özbekistan olduğu hatırlanmalı.
Peki, Orta Asya’da Türkiye’den Afganistan’a kadar uzanan bu hat üzerinde Orta Asya’da hangi merkez etrafında bu Karşı Cephe teşkil edilebilir?
Bizce Kırgızistan’ın önemi bu sorular etrafında araştırılmalı ve anlaşılmalı. Kırgızistan’ı önemli kılan iki ana husus mevcut;
1- Orta Asya’daki devletler içerisinde ekonomisiyle, ordusuyla ve nüfusuyla en zayıf halka Kırgızistan.
2- 1989 yılında Sovyetler Birliği dağıldıktan sonra Kırgızistan haricindeki Eski Sovyetler Birliği ülkeleri bağımsızlıklarını oluştururken bir nevi Sovyet sistemini kendi ülkelerinde devam ettirme yolunu seçerken, Kırgızistan ise, hangi rejimi seçeceğine karar veremeden bugüne kadar ideoloji tartışmaları içinde gelmiştir. Bu durum ise, 1990 yılından beri Kırgzistan’ı her yıl biraz daha derinleşen sosyal, ekonomik, siyasi bir krizin içine sokmuştur. 20 senesini de ideoloji tartışmalarıyla geçiren bu zayıf halka, hâliyle her türlü dış tesire karşı  açık bir zafiyeti de kendi bünyesinde yaşatmakta.
Kırgızistan’ın bu “zayıf halka” durumundan dolayı yeterli gücü eline geçirenin iktidar koltuğuna oturabileceği gerçeği, bölgedeki iri devletler ve müttefikleri açısından her gün kâbuslar görmelerine sebebiyet vermekte. İktidarı ele geçirebilecek Batı karşıtı bir güç, bu hedef doğrultusunda içeride birliği sağlayabileceği gibi, diğer komşu ülkeleri de çok rahat etkileyebilir. Kırgızistan’ın bu özel durumundan dolayı satranç tahtasındaki iri devletlerin hiçbiri buradan vazgeçemedikleri gibi, birbirlerinden çekinmelerinden ötürü de buraya doğrudan müdahale edememekteler. 7 Nisan sürecinden bugüne kadar emperyalist devletleri hop oturup hop kaldıran, işte böyle bir gücün iktidarı ele geçirme korkusudur.
İdeoloji tartışmaları içerisinde 20 yılını geçiren -ki son iki yılına bizzat şahidiz ve içindeyiz- bu ülkede, bölgeye uygun ideolojiye sahip bir gücün ne derece tesirli olabileceği en başta Amerika ve Rusya tarafından bilinmekte olup, bu durum onlar tarafından çok sıkı takip edilmektedir. Kırgızistan’ın “nasıl bir ideoloji olmalı?” sorusuna Davutoğlu’nun da ifâde ettiği gibi Türk hükümeti cevap vermiş ve Kırgız toplumuna Batı adına “parlamenter rejimi” şu ân için kabul ettirmiştir. Bundan yaklaşık iki sene evvel Türkiye’nin burada esamesi dahi okunmazken, özellikle 7 Nisan’dan sonra hangi ihtiyaca binaen bu kadar etkin hale geldi veya getirildi?..
Bu sorunun cevabını Ankara’nın Irak işgalinde üstlendiği misyonu göz ardı ederek veremeyiz. Çünkü Kırgızistan’ın merkezinde bulunduğu Türkistan hadiselerinde, bu coğrafyada uygulanmaya çalışılan plan IRAK işgalinde uygulananın aynısı olduğu gibi, bu işgalde “görev” alan önemli aktörler burada da benzer görevleri icra etmekteler. Aslında bu duruma çok da şaşırmamak gerekiyor; çünkü başta “Eşbaşkanlık” mevkii olmak üzere, Amerikayla “stratejik ortaklık” ve “müttefiklik”  ruhu zaten bunu gerektirmekte. “Büyük Ortadoğu Projesi”nin daha sonra “Türkistan” ve “Kafkasya”yı da içine alacak şekilde “Genişletilmiş Büyük Ortadoğu Projesi” olarak değiştirildiğini ve bunun “Eşbaşkanı”nın kim olduğunu da unutmamak lazım. Türkiye’nin Kırgızistan’a ilgisi “din, dil ve ırk” yakınlığından kaynaklanmayıp, “Genişletilmiş Büyük Ortadoğu Projesi”ndeki “Eşbaşkanlığı” görevi dolayısıyladır. “Din, dil, ırk, kültür” gibi ortak paydalar sadece bahsettiğimiz görevin yerine getirilebilmesi için yapılan perdeleme faaliyetinde kullanılan kılıflardır.
Önümüzdeki günlerde “Eşbaşkan” Tayyip Erdoğan’ın başbakanlığını yaptığı AKP hükümetini en üst seviyede, özellikle Kırgızistan’da göreceğiz. 1990’dan beri nasıl ki Irak’ın kuzeyinde tedricen Ankara eliyle yasadışı Kürtçü yapılanma teşkil edildiyse, aynı “el” aracılığıyla İslâm-Türkistan coğrafyasında benzer bir yapılanma oluşturulmaya çalışılacak. Kürtçü yapılanmanın neyin karşılığında oluşturulduğunu ve kaç Iraklı Müslüman Arap’ın hayatına malolduğunu unutmayınız. Bu plan doğrultusunda, geçen nisan ayından bugüne Kırgızistan’da ölen Kırgız ve Özbek Müslüman sayısı daha şimdiden 10.000’ni geçmiş durumda.
Bölgedeki gelişmeler “İMANSIZ İSLAMCILIK” demek olan vahşi “Ilımlı İslâm” projesinden ve “İmansız İslâmcılık” ın da evvelini saymazsak özellikle 90’lı yıllardan itibaren Batı karşıtı “Gerçek İslâm” demek olan “Radikal İslâm” a karşı geliştirildiği gerçeğinden ayrı düşünülemez. Aksi takdirde farklı ve yanlış neticeler elde etmek kaçınılmaz olacaktır. Bugün Türkiye’de samimi bir çok insanın yaptıkları siyasi değerlendirmelerde bazı yanlış neticelere varmalarının ve beraber olması gerekirken bir çok kişi ve kesimle karşı karşıya gözükmelerinin bizce en büyük sebeplerinden biri de bahsettiğimiz bu husustur.
Gerçek İslâm’ın önünü kesmek demek olan “İMANSIZ İslâmcılık-Ilımlı İslâm”ı ve bunun yaptığı ihanetleri “İslâm” diye algılamak ve O’na maletmek, oradan da “Ilımlı İslâm” ın önünü kestiği “Gerçek İslâmı” incitecek şekilde onu, yani “İmansız-Ilımlı İslâmı” eleştirmek;
“Gerçek İslâm”ın Hristiyan-Yahudi Batı Emperyalizmi karşısındaki iktidar yürüyüşünün önünü kesmek için, Batı tarafından oluşturulan ve desteklenen; misyonu “dini içten yıkmak” olan “İmansız-Ilımlı İslâmın” ihanetlerine yapılan eleştirileri İslâm’ın kendisine yapılıyor zannıyla, yapılan eleştirilere ve eleştiri sahiplerine “İslâm düşmanı” yaftasıyla onların ne dediğine bakmadan ve söylenenleri anlama gayreti içine girmeden karşı çıkmak;
Her iki durum da mensup olunan kesimler adına yapılan birbirinden beter yanlışlar; ve Batı, saldırılarını bu yanlışların vücud verdiği ortamları kullanarak yapabilmekte.
Türkistan coğrafyasında Müslümanların üzerine ve onların çok büyük zararlar göreceği oyunlar yine “İslâmmış” gibi gözüken Batıcılar eliyle sahnelenmek istenmekte. “Fergana Vadisi” nde üç devletin bölünmesiyle batı yararına oluşturulmaya çalışılan Irak’ın kuzeyi benzeri bir yapılanmanın adı olan “FANO” (Fergana-Andican-Namangan-Oş) Projesi, yani GBOP stratejisine bağlı taktik plan, şuan bölgede Gerçek İslâm’a karşı, kendisini “İslâmmış” gibi gösteren kesim eliyle Batı tarafından yürütülmekte.       

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder