13 Mayıs 2011 Cuma

TÜRKİYE’DEN TÜRKİSTAN’A KITA ÇAPINDA CEPHELER-4 -TOPYEKÛN DİRENIŞ VE DAYANIŞMA-


14-02-2011

-TOPYEKÛN DİRENIŞ VE DAYANIŞMA-

Osmanlı yıkıldıktan sonra Anadolu’dan başlayıp, Orta Asya’ya kadar uzanan Batı saldırısı bugüne kadar durmadan devam etmiştir. Batı çoğu zaman yetiştirdiği devşirmeler ve elde ettiği işbirlikçiler eliyle İslâm Coğrafyasını işgal ederken, Irak ve Afganistan örneğinde olduğu gibi, işbirlikçi bulamadığı zamanda da bu işgali doğrudan kendi askeri gücünü kullanarak gerçekleştirme yoluna gitmiştir.
Neticede bugün Anadolu’dan Orta Asya’ya kadar İslâm Coğrafya’sı Batı’nın etki sahası içine girmiştir. Fakat, Batı’nın etki sahası içine giren bu coğrafya bugüne kadar kolay teslim olmadığı gibi, hiçbir zaman tam olarak Batı’nın kontrolünde de olmamıştır. Direnişler, zaman zaman devrimler oyunbozan unsurlar olarak hep var olmuştur.
Batı’ya karşı Anadolu merkezli verilen 1. Dünya Savaşı ve sonraki mücadelenin sınırı Arap yarımadasından Afrika’ya, Kafkaslardan Orta Asya’ya, oradan da Afganistan ve Hindistan’a kadar uzanmaktaydı. Yani o zamanki Osmanlı sınırları içinde her tarafta batı saldırısına karşı Anadolu merkezli bir direniş söz konusuydu. Haritayı önümüze aldığımızda göreceğiz ki, bu direniş bugün de, bu sınırlar içinde devam etmekte. Adına ister Birinci Dünya Savaşı, İster topyekun kurtuluş savaşı, ne derseniz deyin savaş devam etmekte.
Gayesine ermemiş savaş  bitmemiştir” diyenler, kutsal emanet bildikleri Batı karşısındaki bu direnişi nesilden nesile aktararak bu güne taşımışlardır.
Fakat;
Dün nasıl ki, mücadeleye sızan hainler tarafından “Topyekun Kurtuluş” iradesi örselendi ve direniş ihanete uğradıysa, aynı şey daha güçlü olarak bugün de yapılmak istenmekte. (Şunu da belirtmekte fayda var; dün, Batı güçlenerek saldırmış, İslâm Coğrafyası ise varoluş için direnmişti. Bugün, İslâm Milleti’nin direnişi güçlenerek taarruza dönüşürken, savunmaya geçmek üzere olan taraf ise Batı’nın kendisi.) Anadolu Kurtuluş Savaşı daha sonra mücadeleye sızan hainler tarafından hedefinden saptırılmış, neticede Arabistan ve Türkistan Cephesi’ndeki mücahitler yalnız bırakılarak, düşmanın insafına terk edilmişti.
Bugün ise, yapılmak istenen daha farklı.
Çünkü direnişi göğüsleyen farklı farklı cepheler bir merkez etrafında hareket etmekten ziyade merkezlerini aradıklarından, cepheleri işbirlikçi bir merkezi siyasetle etkisizleştirmek mümkün olmuyor.
Cephelere sirayet edemeyen emperyalizm, işte tam bu noktada cephelerin lojistik desteğini kesmek ve kitlelerle bağ kurmalarını engellemek için, cephelerin kurulduğu bölgelerdeki halkı etkileme yoluna gitmiş bulunmakta. Bu gayeyle kullanılan en etkili silah ise, “gayesi dinmiş gibi” gözüken, aslında dinle, imanla alâkası olmayan, insanların algılamaları üzerinden dini istismar ederek Batı saldırılarına hizmet eden iktidarlardır. Şu ân açıkça görülüyor ki,  Arabistan’dan Afrika’ya , Türkistan’dan Uzak Asya’ya kadar uzanan Batı işgaline karşı kurulan direniş cepheleri, Batı’nın kendi adına teşkil ettiği veya desteklediği bu işbirlikçi cepheler eliyle boğulmak istenmekte.
Batı karşıtı devrimci İslâm’ın önünü kesme projesi olan “Ilımlı İslâm” denilen “münafık”, vahşi Batı projesine bu gözle bakıldığı zaman, bütün cephelerde verilen direnişin tek bir savaşın farklı muharebeleri olduğu bir çırpıda anlaşılır. Yukarıda da ifade etmeye çalıştığımız gibi, dünle bugün arasındaki tek fark, dün direniş belli bir merkezden örgütlenmişti, bugün ise, bağlanacağı merkezi coğrafyayı ve merkezi fikri aramakta.
Bu açıdan bakıldığında apaçık hakikat ki, sadece devrimci İslâm’ın önünü kesme projesi olan “Ilımlı İslâm”a karşı çıkmak Batı saldırısına karşı durabilmek için yeterli değildir.
İslâm temelli verilen topyekûn kurtuluş savaşında emperyalizme direnmek gayesiyle muhalefet edilen “Ilımlı İslâm”a  ancak “devrimci-cihadî İslâm” anlaşılarak, onunla empati kurarak veya onun yanında, onun tarafından karşı çıkılabilir.
Batı’ya karşı çıkma isteği, ancak, karşı çıkmanın “nasıl”ını bildikten ve ona uygun tavrı geliştirdikten sonra mânâlı olabilir.
Batıcı düzen dün farklı bir paradigma üzerinden yürütülürken, bugün ise, daha farklı bir paradigma üzerinden yürütülmektedir. Kalpleri çelen zihinleri bulandıran da zaten bu paradigma değişikliğidir.
Liderlik kitleyi paradigmadan paradigmaya taşıma işidir.
Daha açık ifadeyle paradigmaların çelmesine takılmadan alınması gereken tavrı alabilen  ve o tavrın siyasetini üretebilen; devrimci odur.
Bugün Anadolu’yu merkez bilen ve merkezi fikre bağlı olduğunu iddia eden bütün devrimci İslâm mensuplarının çözmekle mükellef oldukları, şuan Batıcı düzeni yürüten bu paradigmadır. Mısır’da Gazze’ye açıkça ambargo uygulayan bir iktidar vardı. Fakat Türkiye’de aynı ambargoyu,  İsrail’e “van minut” diyerek uygulayan bir iktidar var. İnsanların algısı üzerine ve görmek istedikleri gibi söylem geliştiren, öyle olmadığı hâlde zaman zaman “öyleymiş” gibi davranan bir iktidar.
 Şunu da hatırlatmakta fayda var; paradigmayı çözemez, çelmesine takılırsanız, o sizi çözer.
İlk önce içinizdeki yıllarca beslediğiniz, büyüttüğünüz tutkuyu zayıflatır ve sonra da öldürür. Dün fedakârlığın ve kahramanlığın eksikliğinde hiçbir işin başarılamayacağını bildiğiniz hâlde bugün bunlar sizin gözünüzde önemini yitirir, hatta gördüğünüzde “ne gerek var” diyerek rahatsızlığınızı da ifade edebilirsiniz. Küçümseme duygusu da hiç vakit kaybetmeden bu vasatta hemen geleceğinden, artık devrim dünyanın en güzel anlatılan fakat en büyük yalanı olacaktır.
Van minut”e ve ona muhatap algıya teslim olunmadan, Batı’ya karşı durmak isteyen herkes adına bu çözülmeli. Devrimin ideolojisi, paradigmaların üzerine taşınarak devrim yapılabilir ve arkasından da iktidar teşkil edilebilir.
Saldırganı ve onun kurduğu cepheyi bir gördükten sonra, ona karşı direnenleri de bir görmeye başlarız ki, bu da düşmanın uzak gösterdiği mesafelerin aslında ne kadar yakın olduğunu anlamamızı sağlar.
Fergana ve Kırgıstan’ın Şahsında tüm Türkistan’ın mânâsı Irak ve kuzeyinde, Anadolu’da saklıdır.
Batı masa üzerine yaydığı haritada saldırdığı coğrafyayı bir düşünürken, bizden ayrı ayrı düşünmemizi istiyor ve adeta “herkes kendi işine baksın” diyerek olması gereken dayanışma ruhunun olgunlaşmasını engelliyor. Onlar dünyanın her tarafındaki cepheleriyle, kendi yararlarına ilişkiler kurup ülkelerin egemenliklerini hiçe sayarak önlerine gelen her yere müdahale ederken, direnen cephelerin aynı şekilde davranmaması için var gücüyle bütün engelleri koyuyor. Bu engelleri koyduğu yerin başında da zihinler gelmekte.
Etrafınıza dikkat edin; artık Irak direnişi veya Afganistan için dua edenlerin sayısı eskisi kadar çok değil.
Emperyalizm bir cephedeki başarısının veya hezimetinin bütün işgal planını etkileyeceğini bildiğinden, Mısır’da olduğu gibi, yenisini bulmadan bütün adamlarına sonuna kadar sahip çıkıyor ve bütün tertip ve düzenlemelerini de ona göre yapıyor. Emperyalizme direnenlerde veya direnmeye çalışanlarda ise o hassasiyet henüz tam oluşabilmiş değil. Bunun en büyük sebebi ise mevcut paradigmayı aşmakta yaşanan zorluk bizce.
Son sekiz sene içinde ne yazık ki herkes bir tarafından mevcut paradigma tarafından teslim alındı veya etkilendi. Daha çok maddi rahatlık çerçevesinde yapılan bu teslim alınmanın en belirgin özelliği reflekslerin yitirilmesi ve her şeyin tabi karşılanması olarak kendini göstermekte. Maddi rahatlık derken sadece parayı kasdetmiyoruz. Meselâ düne kadar her ân kapınızı polis çalabilir tedirginliğiyle ve o tedirginliğin hakim olduğu ilişkilerle yaşıyordunuz, şimdi ise yaşamıyorsunuz. “Acaba dost mu” hissinin uyandırıldığı polisin gelmemesi durumu da paradigmanın çözdüğü unsurlardan. Polis başkasına gidiyor ya şimdi.
Bu hayat tarzı içinde çocuklarınızı ve kadınlarınızı rahat yataklara ve güvenli(!)  gecelere ve güzel yemeklere alıştırdıkça devrim retoriğiniz de güzelleşecektir. Aynı “Eşbaşkan”nın “van minut” derkenki güzel retoriği gibi. Ondan sonra bırakın topyekun direniş mantığı içinde bir cepheyle dayanışma için hareket etmeyi, o rahat vücudunuzu kaldırıp karşı mahalleye bile gidemeyeceksiniz. Devriminiz hayırlı olsun(!)
  “Van minut” paradigmasının çözülmesi demek, bizce Batı saldırısına karşı direnen İslâm Milleti’ne merkezi coğrafyanın ve merkezi fikrin de gösterilmesi demektir.

Irak işgal edilirken direnişe gösterilen kayıtsızlık, Fergana direnirken gösterilmesi istenmiyorsa ve Fergana’nın “gerçek cephe” olarak Anadolu’ya akması isteniyorsa, bu “Ilımlı İslâm” paradigması lime lime edilip çözülmeli.
Eğer bunun nasıl çözüleceğine dair kafa patlatılmıyorsa, geçen ekim ayında “TAZA DİN Cephesi” lideri Albay Cumay  Suyunaliyev’e  “1 Şubat” ta Kumandan Carlos’a yapılan saldırılar demek ki hiçbir mânâ ifade etmiyor. Onlar Cumay Suyunaliyev ve Carlos oldukları için saldırıya uğramadılar. “Gercek cephe” oldukları ve cephesi oldukları mihrakı birisi;
İslâm dünyasının beklediği halife” diyerek selamladığı ve onun adına Türkistan’a “Gökbayrağı” diktiği için;
Diğeri, yani Carlos ise;
 Lütfen kendisine şunu söyleyin, O neyi kastettiğimi anlayacaktır:
 O’NU UNUTMUYORUM!
Diyerek O’nun anladığını, diğerleri de anladığı için, saldırıya uğradılar.
“Acaba Kumandan Carlos kendisini anlayanın da ilk saldırıya uğradığı tarihin  “1 Şubat” olduğunu bilseydi ne düşünürdü?
Onların şahsında saldırıya uğrayan O’dur.
Batı saldırısına “Cepheler” direndiğine göre, direnen O’dur. 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder